Manchester: “Çıkacak mı çıkmayacak mı?” gibi heyecanlı cümlelerle beklenen İngiltere vizesi, 6 aylık olarak çıkmıştı. Şu an tam fiyatını hatırlamasam da 500 tl’ye yakın bir şeydi sanırım. İngiltere vizesi, shengen’den biraz daha zahmetli. Tüm evrakları tamamlayıp https://www.gov.uk/apply-uk-visa sitesinden uzun işlemler sonucu bir form doldurmanız gerekiyor. Form oldukça ayrıntılı. Formun son sayfasında ise ödemeyi site üzerinden kredi kartı ile yapıp randevu alıyorsunuz. İstanbul’daki randevu yeri Profilo AVM’nin arka giriş kapısındaki iş hanı gibi bir yer. Tüm Birleşik Krallık vize başvuruları buradan yapılıyor. Benim önümde 3 haftalık süre vardı o yüzden çok telaşa girmedim ama acelesi olanlar biraz daha fazla para verip işlemleri hızlandırabilirler. Bu arada benimki uçak, otel rezervasyonum olmadan vizeyi aldım. Zorunlu tutmadılar. Bir de çoğu yerde belgelerin hepsini İngilizce’ye çevirin demişlerdi ama onu da yapmadık. Vize işlemleri sırasında getirdiğim fotoğrafa gerek kalmadı, orada anında çekiyorlar. İbiş gibi bir fotoğrafla vizenizi alıyorsunuz.
PS: İngiltere’ye sadece girerken pasaport kontrolü yapılıyor, çıkışta herhangi bir polis kontrolü, damgası v.s yok. Telaşlanmayın.
İstanbul – Manchester arası 5 saat sürüyor. THY ile yapılan uzun yolculuktan sonra yağmurlu bir İngiltere akşamına iniyoruz. Şehir kırmızı tuğlalardan oluşuyor desem yeri. Evlerin çoğu filmlerde gördüğümüz tarza. İlk görüşte kızıllığıyla ve farklı mimarisiyle diğer Avrupa ülkelerinden ayrılıyor. En azından benim gördüklerimden.
Önce sağa, sonra sola, sonra yine sağa… Aneee trafik sağdan akıyormuş ya la!
Konaklama yerimize yerleştikten sonra Manchester’ın yağmurlu sokaklarına doğru yola çıktık. Tabii ilk bir yarım saatimiz köyden indim şehre gibi sağdan akan trafikte ezilmeden karşıdan karşıya geçmeyi öğrenmekle geçti. Ezilmeden kendimizi yolun karşısına attıktan sonra gönlümüze göre bir İngiliz Pub’ı arıyordu. Deansgate bölgesi sıra sıra gece kulüplerinin olduğu bir bölge. O kadar yağmura rağmen Manchester kızları aman fönüm bozuldu, makyajım aktı derdine girmeden şemsiyesiz geziyorlar. Manchester’da Cuma gecesi oldukça hareketli. Bizim derdimiz ise birayı maksimum 2 buçuk pound’a içebileceğimiz bir yer aramak. Pub’ların olduğu bir sokağı biraz el yordamıyla bulduk. Bir rock bar ama nasıl rock bar. İsmi Grand Central. Ucuz bar arayanlar için Oxford Street’te. 23:00’te kapanıyor. İçeride deri ceket ve metalci teri kokusu. Olsun biralar 2 buçuk pound. Hemen en yerel biralarından alıp bir kenara geçtik. Cam kenarında oturup hiç dinmeyen yağmuru izlerken aklımız başımıza geldi: “Biz İngiltere’deydik.”
Manchester’ın ikinci günü yine yağmur, yine ıslak geçti. Bu sefer gündüz gözüyle şehri gezmeye başladık. Market Street bölgesi, Manchester’ın çarşısı. AVM’ler, mağazalar, kafeler bolca. İsterseniz sokak satıcılarından farklı ülkelere ait yemekler yiyebilirsiniz. Küçük bir stant alanı ama idare eder.
Primark, Afflecks, Poundland ve diğerleri
Primark buranın üç dört katlı bir mağazası. İrlanda’ya ait sanırım ama başka ülkelerde de şubeleri var. Kıyafet almak istiyorsanız ucuzluk ötesi. Berlin’de de görmüştüm orada da gayet uygun fiyatlar. Kıyafetler genel olarak Tayvan, Türkiye, Hindistan etiketli. Kalite beklemeyin ama az paraya çok şey alabilirsiniz. Market Street bölgesinde bir de AVM var. AVM içinde yer alan Poundland, ne alırsan 1 pound’cu. Çikolata, bisküvi, cips, kola, su gibi ihtiyaçları buradan ucuzca karşılayabilirsiniz.
İngiliz müziği ayrı bir kültür. E dolayısıyla plak konusunda da iyi olduklarını duydum. Fakat ne yalan söyleyeyim Manchester’ın bu kadar plak düşkünü bir şehir olabileceğini düşünmemiştim. Vinly Exchange, Piccadilly Records, Eastern Records bunlardan bazıları. Genelde ikinci el satıyorlar ama 1 pound’a bile plak bulmanız mümkün. Ben The Beatles filan buldum ama gönül isterdi Placebo, Radio Head, Muse filan almaktı da onlar buradaki fiyatlardan çok farklı değil.
Dükkanları biraz karıştırdıktan sonra tesadüfen kapısını önünden geçtiğimiz renkli bir bina dikkatimizi çekiyor: Afflecks! Seni hiç unutmayacağım Afflecks! Eskiden gençliği, çocukluğu Kadıköy Akmar’da geçmiş olanlar buraya gelince kendini kaybedebilir. Akmar’ın üzerine 3 – 4 kat daha koyun. Her katta ayrı bir ekşın. Dövmeciler, piercing’ciler, plakçılar, kıyafetçiler, anime modelleri, çantalar, gözlükler… Aklınızı kaçırabileceğiniz her şey mevcut. Eğer kendinize engel olamazsanız tüm paranızı ve tüm gününüzü burada harcayabilirsiniz. Afflecks’te aklımızı kaçırmaya ramak kala kendimizi dışarı atıyoruz. Afflecks çok acayip bir yer, Afflecks’e gidin.
Yağmurlu bir gündü, tıpkı bugün gibi
Manchester’da ikinci gün alışveriş ve bol keşifle geçti. Birkaç müzesi ve bir Çin Mahallesi var. Ben müzeleri gezmedim. Manchester Town Hall buranın belediye binası. New Cathedral Street’e doğru giderseniz Manchester Katedrali’ne yolunuz çıkar. Buradan şehri kuşbakışı görmek mümkün. Yol üzerinde burası da neresiymiş diye girerek Hard Rock Cafe’nin de içinde olduğu bar, pub ve restoranlarla dolu bir hana girebilirsiniz. Güzel vakit geçirilecek bir yer. Biraz daha maç ve bira tarzı.
Albert Square denilen bölge de daha şık restoranların yer aldığı bir bölge. Buralarda güzel akşam yemekleri yiyebilirsiniz. İngiltere’nin yemek kültürü yok denecek kadar az. Yani ben fish&chips’ten başka bir şey görmedim. O da bildiğiniz pane mezgit ve patates kızartması. Güzel mi? Güzel tabi de normal.
Manchester’ın üçüncü gününe de yine yağmurla uyandık. Yağmur, İngilizler’in pek de umurunda değil. Şemsiye kullanma alışkanlıkları yok. Bizim gibi yağmurdan da köşe bucak kaçmıyorlar. E neden kaçsınlar zaten. Manchester’daki son günümüzde Büyük Manchester Koşusu’na denk gelmemiz gerçek halkı sokaklarda görmemizi sağladı. Koşu Deansgate yolunda başlıyor. Bu yol üzerinde yine fotoğraflık çok güzel bir kütüphane var. The John Rylands Library’nin mimarisi etkileyici. Harry Potter Okulu gibi.
Kırmızı… Beyaz… Ve İngiltere’ye atılan ilk gooool
Manchester’da hayatımın en önemli deneyimlerinden birini, yabancı bir ülkede Milli Maç seyretme keyfini de yaşadım. Stadyumda maç izlemek – ki bir de İngiliz taraftarlarla birlikte – gerçekten unutulmaz bir deneyim. Etihad Stadyumu’nda oynanan Türkiye – İngiltere maçı, Türkiye’nin futbol tarihinde İngiltere’ye karşı attığı ilk gol ile tarihe geçti. Ben de buna şahit olmanın havasını yaşadım. Adamların maç çıkışındaki holigan hâline denk gelmedim hazırlık maçı olduğu ve yendikleri için ama, maç esnasında sinema izler gibi saygılı ve dikkatlilerdi. Bağrış, küfür, sandalye sökme, sahaya çakmak fırlatma gibi alışkanlıkları yok.
İngiltere’ye kadar gelmişken Londra’yı görmeden olmaz dedik ve Megabus’un internet sitesinden aldığımız otobüs bileti ile Shudehill Interchange’e doğru yol aldık. Otobüs istasyonu baya şehrin içinde. Buraya kadar gelmişken siz de bu fırsatı değerlendirebilirsiniz. Biz önceden aldığımız için en ucuz şekilde, 11 pound’a bilet bulduk. Manchester – Londra arası 6 saat civarı. İki katlı otobüslerle gidiyorsunuz. Mola yok gibi bir şey. Bu arada bize lazım olduğu için söylüyorum, coach station’da tuvaletler 17:00’de kapanıyor. Aklınızda olsun. Manchester yazısı burada biterken, 6 saatlik yolculuk sonrasında Londra yazısında görüşmek üzere…
Bir yanıt yazın