KOPENHAG… İlk günkü gibi taze (1)

KEMAL HAMŞIOĞLU
KEMAL HAMŞIOĞLU

Bizim dükkanda yalan olmaz bey abiler, hanım ablalar. Bu yazı buzhane yazısıdır, tazesi için bir hafta, on beş gün daha beklemeniz gerek. (4 Balkan ülkesi, altı şehir tekmili birden burada olacak) Geçtiğimiz Şubat sonu yaptık Kopenhag seyahatini. Neden mi şimdi yazıyorum? Çok ş’apmayın, olur bazen öyle…

Stockholm ve Oslo’yu da kapsayan İskandinavya seyahatimizin ikinci durağıydı Kopenhag. Pek bir sevmiştik İsveç’in başkentini, Danimarka da beklentilerin büyüklüğünü karşıladı desem, yalan olmaz.

Sabiha Gökçen’den yaklaşık 3 saatlik bir uçuşun sonrası tren ile 15 dakikada geçtik Kopenhag şehir merkezine. Yaklaşık 4 Euro’luk tren biletini, havalimanındaki otomatlardan kredi kartıyla almak mümkün. Bunun dışında toplu ulaşım ya da taksi kullanmadık. Zira Kopenhag’da ulaşım pahalı bir kalem. Biraz da bu yüzdendir ki neredeyse şehirde insan başına bir bisiklet düşüyor. Dümdüz şehir; ya bizim gibi tabanvay ya da pedala kuvvet…

Rundetårn (Yuvarlak Kule) üstünden şehir manzarası

Hostelimiz merkez istasyona 100-150 metre uzaklıktaydı: Urban House Copenhagen. Özellikle kalacak yer tavsiye ederken dikkatli olurum; ancak, şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki kaldığım en iyi iki üç hostelden biridir. Oda temiz, rahattı ama hosteli favorilerim arasına sokan ortak alanları. Lobi katında dışarıdan müşterilere de açık bir pub’ın yanı sıra sadece hostel sakinleri için ayrılmış geniş bir dinlenme ve oyun alanı ile mutfak var. Bir de hostelin içinde yer alan dövmeci dükkanı.

Hostelden çıkıp doğruca merkez istasyonun diğer tarafında kalan Tivoli Bahçeleri’ne gittik. Ve Kopenhang sehayatimizin belki de tek kötü sürprizi ile karşılaştık. 1843 yılında kapılarını ziyaretçilerine açan park, tadilat nedeniyle Nisan ayına kadar kapalıydı. İçinde, lokantalar, açık hava tiyatrosu ve dünyanın en eski lunaparkı var. Kısaca Kopenhag’da yapılacaklar, görülecekler listesinnin ilk sırasına konması gerek.

Biz dört uzun, dolu dolu gün geçirdik şehirde, haliyle bu kez gün gün anlatmayacağım yaptıklarımızı. Önce bir karnımızı doyuralım, sonra gezeriz şehri…

MEZBAHA A LA CARTE…

Kopenhag, “Girelim bir yere karnımızı doyuralım” demek için birazcık pahalı bir şehir. Hani sınırsız paranız yoksa çoğunlukla kapıya konan menülere bir göz atmakta fayda var. Varsa “dünyanın en iyi lokantası” sayılan Noma’ya gidebilirsiniz. Bize de antalırsınız artık…

Biz hahvaltıyı, genelde kruvasan kahve, ya da sandviç ile geçiştirdik. Bir gün de hostelda açık büfe kahvaltıya katıldık.

Rosenborg (Kral Parkı)

Ha bir akşam da hostelin mutfağında makarna yaptık. Mutfak kocaman, haliyle bir tek yemek yapan da biz değildik. Kalabalık bir İtalyan grup vardı. Görseniz böyle bir havalar, zannedersin hepsi gurme, hepsi şef! Makarnanın haşlama suyuna yapışmasın diye ton balığının yağından azıcık damlattım. Yandaki oğlan, İtalyanca bir şeyler saydı, “Öyle olmaz” gibilerinden. Artiz be! Gıcık olduk. İkinci akşam etraftaki Türk esnaftan gerekli nevaleyi toplayıp mezesi, ciğeriyle rakı masası donatacak kadar gaza gelmiştik ki, hostelden ayrıldılar.

Eski liman çevresi başta olmak üzere Kopenhag’ın her noktasında bir kafe ya da lokanta bulmak mümkün. Ancak ben size özellikle “Copenhagen Meatpacking District” ve “Copenhagen Street Food“dan bahsedeceğim.

Kopenhag’ın eski et kesimhanesi bugün lokantalar, barlar ve sanat galerilerine ev sahipliği yapıyor. Evet bildiğiniz mezbaha işte… Biz, “Biraz da şu tarafa yürüyelim” diyerek bulduk. Ki o taraf şehrin diğer gezilecek bölgelerine nispeten ters düşüyor. Hafta sonu olmasından da kaynaklı herhalde, mekanlar tıklım tıklımdı. O kadar ki oturamadık. Domuz etiyle başınız hoşsa Warpigs denen salaş mekan pek bir havalı. Onun dışında balıkçısı da, İtalyan lokantası da mevcut. Fiyatlar ise kallavi. Yine de gidin görün, bir şeyler atıştırın derim.

Gelelim sokak yemekçilerine… İstanbul Modern benzeri, Kopenhag’ın sokak yemekçileri de şehrin eski bir liman antreposuna yerleşmiş. Adı sokak yemekçisi olmakla beraber tamamen kapalı bir alandan bahsediyorum. Ön cephesi denize bakan antreponun içinde dünya mutfağından farklı lezzetler bulmak mümkün. Türk mutfağı da var Meksika mutfağı da… Bir ördek burger yedik ki, tadı hala damağımda. Öğrendim ki özellikle Londra’da pek bir meşhurmuş bu ördek burger. Düşünüyorum da, hele Kopenhag’dakinden de iyiyse!

Christianhavn semti

Neredeyse unutuyordum, bir de açık büfe lokantaya gittik: Hereford Village. İçecekler hariç, yaklaşık 50 liraya açık büfeye dahil olabiliyorsunuz. Şarap, bira da gayet makul fiyatlı. Kopenhag genelindeki fiyatlar yüzünden yemeğin sonuna kadar bir katakulli beklemedik değil. Yemekten sonra Eda ile Volkan, ayıptır söylemesi, motorları bozdu ama bunu protein zehirlenmesine bağladık. Yoksa, özellikle etler gayet lezzetli ve tazeydi.

Yeme içmeye dair son bir not: Kopenhag’da birçok mutfak akşam saat 10’da kapanıyor. Benden uyarması, sonra aç kalmayın…

Yalnız güzel yedik, iyi yedik… Şehir turunu da artık ikinci yazıda okursunuz.

Kemal HAMŞIOĞLU

instagram/kemalhamsioglu