AMSTERDAM… Dünya kerhanesi (2)

KEMAL HAMŞIOĞLU
KEMAL HAMŞIOĞLU

Red Light:

“Dünya bir kerhanedir: her gelen yaptı geçti. Grand Mama, perdeleri kapa. Sen de kızım, ışıkları söndür; yalnız büfenin üzerindeki kırmızı abajur kalsın…”

-Oğuz Atay, Tutunamayanlar

RedLight District‘in olmadığı bir Amsterdan gezi yazısı düşünemiyorum bile… Peyniri, porseleni, cigarası gibi ülke turizminin bir ürünü olarak görülen, bu ünlü genelevleri anlatmadan önce, şehrin ‘taşınmaz kültür mirası’ndan biraz bahsedeyim. Şehre ilişkin yeme içme, ulaşım deneyimlerimi ilk yazıda paylaşmıştım, bu yazı daha ziyade “gezelim görelim” tadında olacak.

KİTABİ MÜZE REHBERİ

Berlin ile devam edeceğim seyahate kısıtlı bir bütçe ile çıktığım ve daha en baştan Amsterdam’a ikinci kez gitmeyi planladığım için bazı harcama kalemlerinden feragat etmem gerekti. Ve, bilin bakalım listeden neyi çıkardım? Müzeler!

Amsterdam Gün Batımı

Neden müzeler? Öncelikle müzelere giriş ücretleri ortalama 10 ile 15 Euro arasında değişiyor ve birazdan genel bilgi vereceğim üzere, görülesi müze sayısı bir hayli fazla. İkincisi Amsterdam’a hazır haziran ortası gitmişken güzel havayı değerlendirmek istedim.

Ki, şunu da belirteyim: Sıcaklık 20 dereceye yakın seyretmekle birlikte, zaman zaman çok bulutlu ve yer yer yağışlı bir hava vardı. Malum bizdeki gibi Avrupa’da da mevsimler biraz kaydı, sanki eylül başı Amsterdam için artık en ideal tarih haline geldi.

“Gitmesek de, giremesek de” görmeyi istediğim başlıca müzeleri şöyle bir sıralayabilirim:

Benim için listenin ilk sırasında Anne Frank Evi var. Nazilerin Hollanda işgali sırasında bugün müze olan evin gizli bölmelerinde yaşamak zorunda kalan Anne, iki yılın sonunda yakalanır ve toplama kampına gönderilir. 15 yaşında tifüsten öldüğünde geriye Nazilerden saklandığı iki yılı anlattığı günlüğü kalır. İşte Anne Frank’i ölümsüz kılan o günlük bugün Amsterdam’daki evde sergileniyor.

Dam Meydanı ve Amsterdam Kraliyet Sarayı

Bu arada şunu belirteyin Anne Frank Evi’ne girmeye çalışmadım değil. Ancak, gittiğim iki seferde de önünde uzun kuyruklar vardı. İçeriye sınırlı sayıda ziyaretçi alınıyor, haliyle bekleme süreniz uzuyor.

Hollanda, “Altın Çağı” olarak kabul edilen 16. yüzyıl sonları ile 18. yüzyıl başlarından itibaren başta resim olmak üzere sanatın birçok dalında usta isimler yetiştirdi. Rembrandt ve Rubens ile başlayan bu geleneği modern zamanlara taşıyan Vincent van Gogh‘un eserlerinin sergilendiği Van Gogh Museum Amsterdam’ın en çok ziyaretçi çeken adreslerinden biri.

Orta Çağ’dan günümüze geniş bir zaman aralığındaki resim, heykel, fotoğraf gibi eserlerin sergilendiği Rijkmuseuem ile çağdaş sanat müzesi Stedelijk de sanat severlerin seyahat planlarına ekleyebilecekleri yerler arasında.

Bu üç müze birbirlerine yakın bir lokasyonda kentin güney kesiminde yer alıyor. Sahip oldukları zengin koleksiyon göz önünde bulundurulduğunda, hiç değilse “Gezdim” diyebilmek için en az bir günü ayırmak gerekiyor.

Amsterdam Müzesi, NEMO Bilim Müzesi derken, aslında şehrin müzelerine bile üç gün yetmiyor.

Londra merkezli balmumu heykel müzeleri zinciri Madame Tussauds‘nun bir şubesi de Amsterdam’ın ünlü Dam Meydanı’nda. Amsterdam Kraliyet Sarayı, Nieuwe Kerk (Yeni Kilise) ve Ulusal Anıt da aynı meydanda bulunuyor.

Seks Müzesi, Marijuana Müzesi, Dövme Müzesi, Peynir Müzesi… “Müze” adı altında açılan turistik mekanlarınsa sonu yok.

DEĞİRMENLERE KARŞI

Zaanse Schans ve yel değirmenleri

Gitmediğim müzeleri bu kadar anlattım diye gözünüz korkmasın. Amsterdam merkezine trenle yaklaşık 20 dakika mesafedeki Zaanse Schans dışındaki yerleri özet geçeceğim. 

Zaanse Schans tipik bir Hollanda kasabası. Gidiş-dönüş 6 Euro bilet ücreti ödeyeceğiniz trenden inince sizi çikolata krizine sokabilecek bir kakao kokusu karşılıyor. Kasabanın hemen girişinde yer alan çikolata fabrikasını az geçince de Hollanda ile özdeşleşmiş o meşhur yel değirmenleri sıralanıyor.

Amsterdam’ı ikiye ayıran kanalın bir kolu da Zaanse Schans’ın ortasından geçiyor. 10 kadar yel değirmeni, klompen (ahşap ayakkabı) imalathanesi ve peynir dükkanları ile Hollanda folklorunu yaşatan kasaba yılda ortalama 2 milyon turist çekiyor.

Etrafında çiftlik hayvanlarının dolaştığı ahşap evleri ve doğasıyla Zaanse Schans’ta günün yarısını geçirdim.

Temiz hava almak, şöyle çimenlere uzanıp soluklanmak içinse Amsterdam’dan çok uzağa gitmeye gerek yok. Şehrin merkezinde yer alan Vondelpark, özellikle bahar ve yaz aylarında görülmeye değer. Uzunca bir gölet etrafında kurulu bu şehir parkı, konserler ve diğer kültürel aktivitelere de ev sahipliği yapıyor.

Amsterdam Kanalları

Ha burnunuza çiçekten ziyade, genelde esrar kokusu geliyor, onu da söyleyeyim. Öğrendiğim kadarıyla daha ‘steril’, daha dingin bir ortam arayanların tercihi ise Westerpark.

Bir de yine şehrin merkezinde, etrafı tarihi binalarla çevrili “Begijnhof” denen gizli avlu var, orta yerinde de Anglikan kilisesi namı diğer “Engelse Kerk“. Tarihi 1300’lü yıllara dayanan bu dışa kapalı dünyayı İngilizce konuşan azınlıklar kurmuş. Varlıklarını bugün dahi sürdürüyorlar; neyse ki, bir güvenlik kaygısı kalmadığından kapıları ziyaretçilere açık.

Az kalsın tekne turunu unutuyordum. Sadece anlatmayı değil gerçi, yapmayı da ıskalıyordum ki havanın parçalı bulutlu olduğu son güne sıkıştırmayı başardım. Birçok şehirde tekne turuna katılmış olmak ile birlikte, belki de en keyiflisi Amsterdam’dakiydi. Şehrin daracık kanallarında kaptanın ustalığıyla ilerleyen teknenin rotası size bir açıkhava müzesi deneyimi yaşatıyor.

Red Light District’e geçmeden son bir not: Şu meşhur “I amsterdam” yazısı birden çok noktada karşınıza çıkacaktır, aramanıza bile gerek yok.

Amsterdam’a giden gitmeyen herkesin hakkında çok bilip çok konuştuğu “Red Light District” şehrin göbeğindeki koca bir alana verilen isim. Şöhretini genelevlerine borçlu olmakla birlikte yüzlerce konut, onlarca otel, kafe, mağaza ile 800 yıllık Oude Kerk (Eski Kilise) dahi Red Light sınırları içinde kalıyor.

“I amsterdam” yazısı

Hiç bilmeyenler için, “sınır” deyince aklınıza bir duvar ya da Karaköy Zürafa Sokak benzeri, polisin tuttuğu bir kapı falan gelmesin. Şahsen uyarı işareti bile görmüş değilim.

İlk gün, Amsterdam’da bana yarenlik eden Tuğçe ile (bkz. ilk yazı) şehri dolaşırken farkında bile olmadan bir sokağından geçtim. Camekanların ardında yarı çıplak müşteri bekleşen kadınlarını Amsterdam’ın, ilk kez o gündüz vakti gördüm. “Gördüm” dedimse öyle dönüp ‘alıcı gözüyle’ bakamadım, yapamadım.

“Belki yanımda biri olduğundan utanmışımdır” deyip hostele dönüşte bu kez Red Light’ın kanal boyunca uzanan caddesinden tek başıma yürüdüm. Bisikletiyle işinden, elinde torbasıyla alışverişten dönen Amsterdamlılar ile birlikte… Çoluk çocuğuyla gezen turistler de vardı, elele tutuşan sevgililer de.

Hızlı hızlı adımladım yolu, arada bir yerde durup kanala doğru iki fotoğraf çektim. Tuğçe, “Sakın kadınları görüntüleme, ciddi tepki veriyorlar” diye uyarmıştı. Hoş uyarmasa da karşılarında durup fotoğraflayabilir miydim bilmiyorum ya neyse…

Videoyu izlediyseniz, şimdi benzer bir ruh hali taşıdığımız umuduyla devam edebilirim. Yalnız baştan diyeyim, işin gezi yazısı bölümü bitti. 

Hostele döndüğümde düşündüm epey: Kadınlardan mı utandım? Hani olmaz ya, tanıdık birinin görmesinden mi çekindim? Ya da, merak bir turist olarak fuhuşun meşrulaştırılmasına katkı mı sundum? Saçma! Belki hepsinin yanıtı, “Evet”, rahatsızlığımın nedeni ise daha derin.

Dünyadaki tek genelev sokağı Amsterdam’da değil ki. İstanbul’u geçtim, Anadolu’nun hemen her kentinde devlet himayesinde fuhuş yapılan onlarca genelev var. Kapısında polisin beklediği, çalışan kadınların resmi kayıt altına alındığı… Tek fark, bizdekiler gözden ırak.

Fuhuşun gizli ama yasal, yasal olmasa da yaygın olduğu toplumlar daha mı “ahlaklı” yani? Parayla seks yapmadığımız zaman, fuhuşun bir parçası olmuyor muyuz? Bekar erkekler, hatta bizzat kendi ergen oğulları için “ihtiyaç” gördükleri cinselliği, kızlarına gelince “namus meselesi” sayanların, bir başkasının biriciğinin o camekanlara hapsolmasında hiç mi suçu yok?

“Ama Amsterdam’daki kadınlara zorla fuhuş yaptırılmıyor ki, kendi istekleri!” Kaçımız istediğimiz işlerde çalışıyoruz sahi? Ya da kaçımız işini “namusuyla” yapıyor? Örneğin inanmadığı şeyleri yazmak için kalemini açan, beğenmediği biri ile yatmak için bacaklarını açandan daha mı “namuslu”? Hayatını idame ettirmek için, başkasının uğradığı haksızlık karşısında susan mı, uğradığı haksızlığa katlanan mı daha aşağı?

Hem düşündünüz mü, “Neden fotoğraflarının çekilmesini istemiyorlar?” diye. Her gün binlerce kişinin geçtiği sokağa bakan camekanda, bedenini sergileyen kadın için ne fark eder? Bilmem… Bir gün gerçekten ‘dansçı’ falan olursa mesela, ya da memleketine döner bir başka hayat, aile kurarsa, Amsterdam’da hapsolduğu o camekanın ışığı yüzünü kızartmasın diyedir belki. Unutulmak için yani… Hem kim hatırlar ki satılık bir kadının yüzünü?

Yine de gözüme takılan bir kare var ki, keşke fotoğraflayabilseydim diyorum. Genç bir çift, kırmızı ışıklar altındaki kadının karşısında durmuş, uzunca bir tabureye oturduğu camekana bakıyordu. Bir elinde iki bina yandaki dükkandan aldığı hediyelik peyniri taşıyan adam, diğeriyle eşinin elini sıkı sıkıya tutuyordu. O an ilk kez bakabildim camekanlar içinde bekleyen bir kadının gözlerine. Bir yerlerden tanıyormuşçasına önümde duran hemcinsiyle göz göze geldi. Belki bana öyle geldi; yine de o an yüzümde garip bir gülümseme belirdi.

Amsterdam sehayatimin kalan günlerinde ise hep aynı sokaktan geçtim, Red Light’ın gerçek sınırlarının dünyanın kendisi olduğunu bilerek.

Kemal HAMŞIOĞLU

instagram/kemalhamsioglu


Yorumlar

“AMSTERDAM… Dünya kerhanesi (2)” için bir yanıt

  1. Tuğçe ÖZKAN avatarı
    Tuğçe ÖZKAN

    Kullandığım bütün cihazlardan sık kullanılanlara ekliyorum, mükemmel bir ekip ve harika deneyimler olmuş bayıldım 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir