KRAKOW… Çılgın kalabalıktan uzak

Kemal HAMŞIOĞLU

 Krakow, Varşova, Prag, Viyana’dan oluşan Orta Avrupa turuma bizim Onur gibi son anda dahil oldu Krakow. Aslında gezinin ilk durağı Varşova’ydı; ancak, başkenti anlatma ‘görevini’ bir başkasına bırakıp Polonya’nın Türkiye’de çok da bilinmeyen eski başkentine geçiyorum…

İki gece kaldığım Varşova’dan  -Onur bir gece kaldı; benden bir gün önce tura başladığı Budapaşte’den kopamadı da arkadaş!- yaklaşık 4 saat süren bir otobüs yolcuğuyla Krakow’a ulaştık.

Avrupa’da otobüs, bilindiği üzere trene kıyasla genellikle daha ucuz bir ulaşım aracı. Ortalama 15-20 Euro’ya bilet bulmak mümkün…

Krakow Meydanı ve Saat Kulesi

Otobüs terminali ve tren garı şehrin en büyük AVM’si ile iç içe Krakow’un tam merkezinde yer alıyor. Yani çıkar çıkmaz kendinizi old town’un içinde buluyorsunuz. Yalnızca bir gece kalabileceğimiz için -ki hala yanarım- bavulları hostele bırakıp kendimizi dışarı attık.

Krakow’a gidiyorsanız kent merkezinde vakit geçirmek dışında yapabileceğiniz başlıca iki etkinlik var. Birincisi, o kırmızı paltolu kızın ölüm sahnesiyle boğazımda bir yumru bırakan, “Schindler’in Listesi” filmine de konu olan Auschwitz Toplama Kampı‘na gitmek.

Ki biz açıkçası insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden birine sahne olan mekanı gezip akşam hiçbir şey olmamış gibi ‘gecelere akmak’ istemedik. O yüzden kentteki tek günümüzde tek başına yılda 4 milyona yakın ziyaretçi çeken Wieliczka Tuz Madeni‘nin yolunu tuttuk.

Cüceler büyük bir tamahkarlıkla kazdılar derinleri…”

UNESCO listesindeki maden de Auschwitz gibi kent merkezinin dışında yer alıyor, trenle sadece 20 dakika sürüyor. Tren Wieliczka kasabası ile Krakow arasında ring seferi yapıyor. Haliyle akşam geç saatlere kadar her 20 dakikada bir tren bulmak mümkün.

Wawel Kalesi

Tren istasyonu ile madenin uzaklığı toplasanız 200 metre yok. Bileti ise madenin internet sitesinden de kapıdan da almak mümkün.

Yabancı turistler için fiyat 79 Zloti. O da, kura bağlı olarak 18-20 Euro arasında değişiyor. “Çokmuş” demeyin, değecek…

Biletimizi alıp sıraya yöneldik. Sonra anladık ki İtalyanca sırasındaymışız. Evet, madende Lehçe’nin yanı sıra İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Rusça rehberlik hizmeti veriliyor. Hatayı anlayıp İngilizce sırasına geçtik.

Yaklaşık 15-20 dakikalık bekleyişin ardından bizi grup olarak içeri aldılar. Hemen söyleyeyim dışarısı 30 derece de olsa madende hava sıcaklığı 10’lu derecelere kadar düşüyor, o yüzden yanınızda hırka, triko tarzı bir şeyler bulundurmakta fayda var.

Zira madende geçireceğiniz süre 3 saati buluyor. Tarihi 13. yüzyıla dayanan madenin bugün en derin noktası yerin 327 metre altına, tünellerin uzunluğu ise 300 kilometreye varıyor. E tabi turistik rota o kadar uzun değil…

Önde anne kaz misali kadın rehber, arkada 30 kadar kişi başladık ahşap merdivenlerden aşağı inmeye. Hani o merdivenlerden aşağı kadar geçen süreyi tasvir etsem yazı bitmez. Dolana dolana yüzlerce basamak indik ve serüven başladı.

Yüzüklerin Efendisi’nde Moria Madenleri vardır hani, cücelerin kazdığı… Polonyalı madenciler de tuz çıkarmak için girdikleri madende adeta bir yer altı şehri yaratmış. Tuz duvarlara, madenin turizme açılmasından çok önce, kendileri için şapeller, heykeller oymuşlar.

Hele biri var ki öyle şapel falan değil, yer altında bir katedral ile karşılaştık. Her birinin ayrı hikayesi var… Korkmayın hepsini anlatmayacağım, zaten metin, gezi yazısından Faust’a evriliyor.

Wieliczka Madeni’nde tuzdan heykeller

Ne yapacağız 2 saat aşağıda?” diye girdiğimiz madenden yüzümüzde o bildik “Adamlar yapmış be!” ifadesiyle çıktık. Ha, unutuyordum madenin içinden bir şeyler yiyip içebileceğiniz kafe hatta restoranlar bile var, hediyelik eşya da… Fiyatlar uygun mu, değil. Öyle enteresan bir şey var mıydı, bilemedim…

Biz çektik fotoğraflarımızı geldik. Yalan olmasın ama makine başına 3-5 Euro da bir ücret ödedik fotoğraf çekmek için. Ama illa, “Anıdır, alayım bir şey” kafasındaysanız 5-10 Euro’dan başlayıp yüzlerce Euro’ya varan tuzdan yapılma heykelcik, süs eşyası vs. mevcut. Bkz. Kitsch nedir?

Aziz Mary Bazilikası

Nitekim dostlar döndük Krakow’a, hostele gidip üst baş değiştirdik. Akşam 8’i falan bulmuştu yeniden dışarı çıktığımızda. Krakow’da özel bir çaba sarf etmediğiniz müddetçe tarihi meydana uzak bir yerde kalma şansınız pek yok.

Bizim hostel de aşağı yukarı 1 kilometre uzaklıktaydı. Belki o kadar bile yoktu ya, etrafa baka baka yürüyünce mesafenin lafı bile olmuyor zaten. Avrupa’da Hitler’in yıkımından en fazla etkilenen yer olan başkent Varşova’nın aksine, eski kralların şehri Krakow özgün yapılarıyla dimdik ayakta.

Ortaçağ’dan, 19. yüzyıl mimarisine dek kentin tarihini binalardan okuyabiliyorsunuz. 

Bir Polonya lezzeti: Gnocchi 

Krakow meydanı, önceden fotoğraflarını görmekle birlikte, mimarisi ve atmosferiyle bizi oldukça etkiledi. Etrafı tarihi binalar ile çevrili dörtgen meydan, doğal olarak kentin en hareketli noktası. Katedral, saat kulesi restoranlar, barlar, sokak müzisyenleri… Avrupa’nın diğer birçok ünlü tarihi kentinden farklı ne var? Böyle sorunca hiçbir şey.

Ama bir hafta sonu tatili için aradığınız her şeyi size sunuyor. Bu arada, sanki Türkiye’den Krakow’a ayak basan ilk insanlar gibi davranıyor olabilirim. Ama gezi boyunca bizden başka yurdum insanı görmediğimiz yegane şehirdi açıkçası.

Bu arada yazının başından beri yemek namına hiçbir şey yazmadığımın da farkındayım. Zira sabah kahvaltısını Varşova’dan alıp otobüste yediğimiz börek, çörekle geçiştirmiş ve epey açtık. Meydana cephesi olan restonların menülerine baktığımızda pek de şaşırmadık. Bildiğiniz turistik restoran fiyatları.

O yüzden meydana paralel sokaklara doğru yöneldik. Sizi bilmem ben bir yerde yiyeceksem, oranın yerlisi nerede yiyorsa orayı bulurum.

Öyle de yaptık. Kapıdan bakınca içeride pek bir Polonyalı gördüğümüz -anlıyorsunuz işte bir şekilde- kitlenin olduğu restorana oturduk. Kapıdaki menüye asılı fiyatları da kontrol ettikten sonra tabi; fiyat yazan menü yoksa uzak durun, net!

Fabryka Pizzy

Fabryka Pizzy diye bir restoran. Pizza fabrikası falan olsa gerek. Pizza yemedik tabi. Hayır, “Napoli’den başka yerde pizza yemem” gibi bir ukalalıktan değil de, bulmuşsun damak tadı sana yakın memleket ne yapacaksın pizzayı?

Peki ne yedik? Gnocchi… Evet, evet! Ben de öğrendim onun da İtalyan yemeği olduğunu, da o zaman bilmiyorum işte.

Güzeldi. Aslında, “Pierogi” denen, Polonya mantısından yiyecektim ama ismi aklımda yanlış kalmış. Ziyanı yok, Polonya mutfağıyla Varşova’da tanışmıştık.

Pierogi’yi ararken öğrendim, Osmanlı mutfağına da “Piruhi” diye girdiğini. Gelelim fiyatlara… Alkol fiyatları Türkiye’dekinin yarısı kadar. Ne yalan söyleyeyim yemek fiyatlarını hatırlamıyorum da ucuzdu. Yani Türkiye’den ucuzdu diye hatırlıyorum. Pahalı olsa kesin hatırlardım!

Krakow Barbican

Madene gittik, yemeği yedik, etrafı dolaşıp fotoğraf çektik, gece oldu. Yok bitmedi… Sadece bir kez daha hostele uğramamız gerekti çünkü elde 2 kiloluk fotoğraf makinesiyle bara, eğlenceye gidilmiyor.

Döndük meydana, gözümüze kestirdiğimiz bir Rock bar vardı. İşte bu yemek yediğimiz restorana yakın. İstanbullular bilir Taksim DoRock tarzı bir yer: Jazz Rock Cafe. Alt katta canlı müzik yapılıyor.

Orta ve Kuzey Avrupa’nın sağlam bir Rock ve Metal kültürü var. Bardakiler de fena çalmıyorlardı. E ortam biraz dumanaltı, kitle ergenden hallice. Ha yok mu başka yer? Çok… Old town’un ara sokaklarında birçok bar, pub, kulüp, alternatifi bulabilirsiniz. Ben pek kulüp insanı olmadığımdan -Prag hariç- size yardımcı olamayacağım. Striptiz kulüp falan arıyorsanız, hiç gerek yok onlar sizi her yerde bulur!

Krakow ile ilgili anlatacaklarım bunlar, zaten bardan sonra da gidip hostele yattık. Ha, hosteli de her zaman olduğu gibi internetten bulduk. “Dizzy Daisy”… Memnun kaldık mı? Kaldık. Önerir miyim? Bunun için sizin konaklamadan ne beklediğinizi bilmem gerek. Temiz bir yatak, ferah bir oda ise öneririm. Ancak hatırlatırım bu bir hostel. Banyo ortak kullanım vs.

Sabah, Krakow’u gündüz gözüyle görmek için koştur koştur yaptığımız yürüyüşten ise geriye birkaç kare kaldı. Sonraki durak Prag…

Kemal HAMŞIOĞLU

instagram/kemalhamsioglu

Eski yazılar