Ermenistan: Eğer serinin ilk yazısı, “Yeni Başlayanlar İçin Ermenistan”ı okuduysanız şimdi ülkenin başkenti için tavsiyeleri teker teker paylaşmaya başlayalım. İlk sorumuz, Ermenistan’a nasıl gidilir?
Türkiye ile Ermenistan arasında diplomatik ilişki yok ama gidecek yol çok. İsterseniz İstanbul-Yerevan hattında doğrudan uçabilirsiniz. İsterseniz de Gürcistan üzerinden karayolu ile Ermenistan’ın başkentine ulaşabilirsiniz. Uzun kara yolculuklarına dayanıklı olanlar, Türkiye’den araçla Gürcistan’a girip oradan da Ermenistan’a geçebilir. “Yok, o kadar yolu kaldıramam” diyenlerden biriyseniz, ki ben böyleyim, kolay yol Tiflis’e uçakla gidip oradan şehir içinde kalkan minibüslere binip Yerevan’a gitmek. Tecrübe ile sabittir. Bu yolla Kafkasların incisi Tiflis’i de gezme şansınız olur. Ve evet gerçekten çok güzel bir şehir.
Kara sınırından geçişle havaalanı sınırından geçmek farklı tabii. Şanslıysanız Gürcistan-Ermenistan sınır kapısında paranızı Ermeni para birimi “dram”a çevirmek için kurulu döviz otomatı çalışır. Çalışıyorsa sınırdan geçmeniz 10 dakika. Üstelik memurlar hiç de turistlere “takmıyorlar”. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı filan diye… Döviz otomatı çalışmazsa da üzülmeyin sınır görevlileri yardımcı oluyor.
Şimdi Yerevan’a geldiyseniz yeme-içme önerilerine gelelim hızla. Bu kez alışılanın dışında geceden başlayalım. Malumunuz Avrupa’nın pek turistik kentlerinde bile gece 12’den sonra yiyecek bir şey bulmak büyük sorun. Ama Yerevan öyle değil. Çünkü SAS Marketleri sizi bekliyor. Hem de birbirinden lezzetli ve ucuz sebze-meyve, et-şarküteri çeşitleri ile birlikte… Üstelik bu marketlerde dövizinizi çok uygun bir kurla “dram”a da dönüştürebiliyorsunuz.
Ve tabii ki alkol seçenekleri… Avrupa’da bile içkiyi çok ucuza aldığı için mutluluktan uçanlar, Yerevan’da bu özgürlüğün keyfini çıkartacaklar. Hem de daha önce tatmadığı lezzetler eşliğinde. Çeşitli Ermeni biraları, Rus votkaları ve Ermenistan’ın meşhur Ararat konyağına kadar… Ve hatta ziyaretlerinizden birinin adresi de muhakkak Ararat Konyak Fabrikası olmalı. Her ne kadar artık Fransızlara ait olsa da, bu milli içkinin kaynağını görmeniz gerek. Üstelik burası sadece bir üretim alanı da değil…
Ve alkolle ilgili bir başka iyi haber şu: Eğer İstanbul’dan geliyorsanız bilirsiniz ki üç beş kadeh rakıdan, şaraptan sonra insan baş ağrısı ile uyanır, “hangover” olursunuz ya. Tamam sizde olmuyorsa da, olan arkadaşlarınız muhakkak vardır. İşte bu Yerevan’da yok. Havasından mıdır, suyundan mıdır, şehrin coğrafi yapısından mıdır bilinmez ama geceden kalma yaşamayacaksınız.
Gelelim o zaman nerede ne yiyip, ne içeceğinize. Şarapla ilgili mekan çok. Şehrin dört bir yanına dağılmış keyifli yerler var. Ama eğer hem daha önce tatmadığım şaraplar, hem de yemediğim peynirler olsun diyorsanız sizi “In Vino”ya alalım. Küçük bir yer. Sevimli. Ama servisinde de, çeşitlerinde de iddialı. Garsonlar hızlı, arkadaş canlısı. Şarap ve peynir konusunda tavsiye verecek kadar bilgili. Ayrıca unutmamak gerekir ki, bu mekan Yerevan’da gayet popüler. Sokaklarda, gazetelerde, dergilerde yer alan reklamlardaki ünlü oyuncuları görme olasılığınız yüksek. Yani bir nevi Cihangir’in ilk günleri. Daha az kalabalığı, daha çok keyiflisi…
“Ben yemeğimi yiyeyim hemen ardından ya da o sırada dans da edebileyim” diyorsanız o zaman Calumet Ethnic Lounge sizin mekanınız. Yerevan’da kalacağınız gecelerinizin büyük bölümü burada geçecek emin olun. Bir yandan çok iyi Türkçe bilen Halepli Ermeni Nareg Kalayciyan ve arkadaşlarının elinden lezzetli yemekler yiyecek (ama Ortadoğu mutfağı değil, bildiğiniz bira yanında tüketilecek şeyler), hem de İranlı Ermeni Artin Niazi’nin birbirinden güzel kokteyllerini içip, daha önce dinlemediğiniz parçalarla müziğin ritmine kendinizi bıraktığınızı fark edeceksiniz. Dünyanın dört bir yanından gelmiş diaspora Ermenileri ile birlikte. Mekanın tek kötü yanı ise “dumansız hava sahası”na alışmış bünyelerin burada biraz sarsılması. Yine de bu mekan size iyi gelecek. Dönüşte bir teşekkür mailinizi bekleriz artık.
Misafirperverliği ile anında gönlünüzü kazanacak bir mekan daha var sırada: Soviet Union Cafe. Yerevan’ın yine yeni yeniden inşa edilmiş caddesi North Avenue’ye bakan bu mekanın işletmecisi Kesablı Ermeni Sevag Soulian. Ve o size emin olun çok iyi mihmandarlık yapacaktır. Yok, sadece Yerevan’ı nasıl gezeceğinize dair değil, yeni içkilerle tanışabilmeniz için de. Mesela bize müdavimi olduğumuz Lübnanlı “doudou shot”ı kendisi tanıştırmıştır. Biz anmadan, siz denemeden geçmeyin…
Peki akşam ya da öğle yemeklerinde ne yapalım derseniz, bizim tercihimiz bugün Türkiye sınırlarında kalan topraklarda doğup Ortadoğu üzerinden Yerevan’a gelmiş kültür oldu. Belki hepsi hemşerimiz olduğu için kanımız ısınmıştır. Kim bilir? Büyük bölümünün anavatanı Urfa, Kilis, Antep… Sahi söz Antep’e gelmişken sizi “Aintab” ile tanıştıralım…
Eğer Yerevan’ın turist yoğunluğunun arttığı bir dönemde değilseniz burada rahatlıkla yer bulabiliyorsunuz, başka türlüsü zor. Menü tanıdık. Çünkü burası Batı Ermenistan mutfağının en iyi örneklerini barındırıyor. Yani bugün Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda kalan bölgeden gelme tarifler. Dolmalar da var, içli köfte ve şişler, kebaplar da. Ama bizim beğendiğimiz, Türkiye’de asla bu lezzette bulamayacağınız tek şey var: Mantı. Nasıl yaptığını, neden bu kadar tadını unutamadığımızı bilmiyoruz ama Yerevan’a gelmişseniz “Aintab”a gelip mantı söylemediyseniz pişman olun. Evet, lütfen pişman olun.
Ve benzer bir mutfağı bambaşka bir konseptte “Zeituna”da da rastlayabilirsiniz. Burası Cascade’ın çok yakınında. Adı gibi zeytin yeşili bir konseptte. Kendinizi Kafkaslardan çok, Akdeniz kültürünün ortasında hissediyorsunuz. Mutfağı ortaklarından Shaghig Rastkelenian’ın annesine emanet. Tabii ki gitmişken Shaghig ile de tanışmanız gerekiyor. “Live Love Armenia” onun ve arkadaşlarının projesi. Ayrıca mankenlik yapıyor, bu mekanın PR’ını da üstleniyor.
Ev yapımı yemeklerin arasında neler yok ki? Bildiklerimiz, öğrendiklerimiz ya da bilip de farklı sunum ve pişimine şahit olduklarımız. Sade ve şık dekorasyonu da cabası… Kısacası burası listede olmazsa çok şey kaybetmiş olursunuz…
Bir başka mekan ise Lübnan esintili bir restoran: Taboule. İstanbul’da da meyhanelerde tattığımız humus, baba gannuş gibi mezelerin aslında tatlarının ne olduğunu, böreğin nasıl kızartılması gerektiği, kebabın nasıl pişirilmesinin lezzetine lezzet kattığını burada keşfedeceksiniz. Ve evet itiraf da edelim burası arkadaşımızın babasının yeri. Ama torpil yapmıyoruz. Yapmadığımızı gidip o muhteşem yemeklerden tattığınızda anlayacaksınız.
Ve tabii ki Lahmajun Gaidz ile Mer Taghe. İki mekanın da birbirinden güzel lahmacunları var. Gaidz’ın özelliği çok sayıda tarifinin bulunması. Her gün bir başkasını yiyebilir ya da kalabalık bir grupla gittiyseniz çeşitlerden paylaşarak hepsini tatmaya çalışabilirsiniz. Fakat tek öğünde bu yine de çok zor. Mer Taghe ise lahmacununu çıtır çıtır bir hamur üzerine yaptığı için gönlümüzü kazanıyor.
Gelelim İstanbul mutfağına. İlle de Türkiye’yi özlemenize gerek yok. Bolsohay yani İstanbul Ermeni mutfağını zaten artık yaşadığımız şehirde de (Yazar burada herkesin kendi yaşadığı yerde yaşadığını düşünür) tatma şansınız birkaç olasılık dışında fazla yok. Burada ise Cosi e la Vita bütün sıcaklığı ile bekliyor.
Bu mekan Lerna Balıkçı Özder’in, eşi ve bir ortağı Alex Fındıkoğlu ile açtıkları bir mekan. Adı ise 24 Nisan 2011’de, Ermeni Soykırımı’nın yıldönümünde askerdeyken katledilen Sevag Balıkçı’nın hayalinden geliyor. Askerlik sonrası açmayı istediği cafenin adıymış “La Vita.” Ve burada onun en sevdiği yemekler menüye konulmuş. Başta sufle ve börek olmak üzere… Ayrıca Ermenistanlıların bilmediği İstanbul Ermeni mutfağından zeytinyağlılar ve topik de listedeki yerini alıyor elbette…
Cosi e la Vita’nın bulunduğu yer Ermenistan’ın en turistik merkezlerinden Cascade. Ama Facebook’ta konum olarak belirlediğinizde karşınıza “Çağlayan” diye çıkacak şaşırmayın. Yapacak bir şey yok. Bu yapı Ararat’ı selamlarcasına merdivenler halinde yükseliyor. İçinde Kafesciyan Sanat Müzesi’ni de barındırıyor. Dünyanın dört bir yanından gelen sanat eserleri ile birlikte…
Ve sabah kahvaltılarınızı da kah Cosi e la Vita’da kah çevresindeki çeşitli kafelerde yapabilirsiniz. Yerevan her ne kadar Van gibi bir kahvaltı cenneti değilse de yine de size mutluluk ile bağını kurdurtacaktır. Özellikle de büyük porsiyonları ve lezzetli çeşitleri ile…
Yerevan’ın en keyifli yanlarından biri şehrin dört bir yanında yer alan çeşmeleri. Özellikle yazın bu serin ve lezzetli su büyük ferahlık sağlıyor. Kendinizi bir Amerikan kolej filminde hissetmenize de neden oluyor tabii…
Ermenistan’ın başkentinde ziyaret edilmesi gereken çok sayıda müze var. Ancak bu yazıda çoğuna yer veremeyeceğiz. Malum internette uzun yazı okunmuyor. Buraya kadar geldiyseniz bile şanslıyız. Mutlaka görülmesi gereken, “görmeden dönme” diyebileceğimiz yer Matenaradan. Burası Antik El Yazmaları Enstitüsü. Hem de müze olarak ziyaretçilerini ağırlıyor. Eşine, benzerine rastlayabilmeniz mümkün değil.
Kapısında sizi karşılayan heykel ise Mesrob Maşdots. Kendisi Ermeni alfabesinin yaratıcısı ve Hristiyanlığın aziz mertebesine çıkmış savunucusu… Üstelik de Daronlu, bugünkü adıyla Muşlu…
“Ben el yazmalarından sıkılırım” diye düşünmeyin, muhakkak ilginizi çekecek eser ve hatta eserler bulacaksınız. Buradaki birkaç saatlik ziyaretiniz sizi Ermeni tarihi, kültür ve sanatı ile tanıştıracak. Üstelik büyük bölümü de Batı Ermenistan yani bugün Türkiye sınırlarında kalan topraklardan gelme… Soykırımda yok edilmekten son anda kurtarılan eserlerden… Merak edenler için bkz. “Kültürel Soykırım”…
Şehir merkezi de zaten acılı geçmişini küçük mahalleler halinde yaşatıyor. Nor Malatia, Nor Arabkir, Nor Sebastia, Nor Marash gibi. Bunun nedeni ile ilgili “Bazı mahalleleri, Ermenilerin kaçmak göçmek zorunda kaldıkları Türk şehirlerin adını taşıyor” deniliyor internette yer alan bir yorumda. Tabii canım. Haklı tabii. Yüzlerce yıldır yaşadıkları anavatanlarını birden beğenmiyor Ermeniler. Ya da açlık kıtlık filan başlıyor bir zamanlar Türklerin Orta Asya’dan ayrılmak zorunda kaldığı gibi. Kaçıveriyor, göçüveriyor Ermeniler değil mi? O nedenle özlemle şehirlerinin isimlerini veriyorlar, daha önce hiç görmedikleri bu başkentin semtlerine, taşına toprağına.
E sonuçta Türkiye’deki Ermenilere “Aaaa siz Ermenistan’dan ne zaman geldiniz?” diye soran bir kuşakla birlikte yaşıyoruz. O nedenle normal karşılamak gerek. Türkiye’deki resmi tarih anlatısının dışına çıkıp mağdurun gözünden o dönem neler yaşandığını görmek istiyorsanız bu rehberin son tavsiyesi, ilk yazıda değindiğimiz Ermeni Soykırım Müzesi…
İçinde neler mi sizi bekliyor? Biz söylemeyelim. Gidin, siz kendiniz görün. Tarihe bir nebze olsun tanık olun. Yaşanmış insan hikayelerini okuyun, fotoğraflardaki gözlere, yüzlere bakın. Ve sonrasında anıta gidin. Türkiye’de her 24 Nisan’da fotoğrafı gazetelerde, televizyonlarda yer alan anıta. Her şeyden sıyrılın bir anlığına… Duyduğunuz, okuduğunuz, size öğretilen her şeyden. Sadece kendinizi birer Osmanlı vatandaşıyken sırf Ermeni olduğu için anavatanında katledilen, Suriye çöllerine sürülerek yok edilen insanların karşısında hissedin yeter. Kadınları, çocukları, yaşlıları düşünün. Onların anılarının huzurunda olduğunuzu. Ve yanan ateşin sadece anıtın ortasında değil, yakınını kaybeden her ailenin yüreğinde olduğunu unutmayın… Birkaç karanfil koyun yeter… En azından ilk ziyaret için yeter bence…
Müzeden çıktığınızda şehrin merkezine gidin. Ararat’ı bir kez daha selamlamaya çalışın. Eğer tüm geziniz boyunca dağı görememişseniz de üzülmeyin. Bu “Ararat sizin tekrar Yerevan’a gelmenizi istiyor” demektir. Yani en azından öyle diyorlar. “E ama ben gördüm, yine de gelmek istiyorum” diyenlerdenseniz, siz de artık bir Yerevan aşığı oldunuz demektir.
Bir yanıt yazın