VİYANA
VİYANA NASIL GİDİLİR
Yedinci günün şafağında bir gözümüz doğuya bakıyordu… Zira, akşam İstanbul’a uçağımız vardı, o yüzden erkenden kalkıp odayı boşalttık. Eğlence arayışından geçtik, zamanımızın yettiği kadar Viyana’yı gezmeye çalıştık.
İkimiz de seyahate -fazladan para ödememek için kabin bagajı ölçülerinde- birer büyük sırt çantasıyla çıkmıştık. Tüm gün sırtta ağırlıkla gezmeme adına, çantaları metro istasyonlarındaki kilitli dolaplara bıraktık.
Avrupa’nın birçok kentinde bulabileceğiniz faydalı bir hizmet. Özetle çantayı koyup kapağı kapatıyorsunuz, otomat size bir fiş veriyor. Dönüşte fişteki şifreyi girip ücreti ödüyor ve çantanızı alıyorsunuz. Dolap boyuna göre değişmekle birlikte, yirmi dört saat için 2-3 Euro’luk bir ücretten bahsediyoruz.
VİYANA GEZİLECEK NOKTALAR
Katedralin olduğu meydan ikinci günde de başlangıç noktamızdı. Önce karnımızı doyurma adına şehrin en iyi kruvasanının peşine düştük. Normalde bunun için şehrin yerlisine danışmak en iyi yoldur da, Viyanalılar pek konuşkan tipler değil. Biz de internetten kısa bir araştırma ile çevredeki en iyi fırını bulduk: Joseph Brot vom Pheinsten.
Viyana Görülecek yerler
Stephansplatz
Herrengasse
Katedrale yakın Stephansplatz ile Herrengasse istasyonları arasında kalan küçük, modern dekore edilmiş bir işletme. Öyle oturma yeri falan yok. Aldık kese kağıdı içinde çikolatalı, sade kruvasanları, birer de elma suyu; çöktük sarayın duvarına.
E, ben tescilli gurme değilim. Damak tadı da kişiden kişiye değişir. Ancak, size iyi bir kruvasan nasıl olur, yediğimiz üzerinden tasvir edebilirim. Bir kere hafif yağlı olacak, o kesin; biraz de tatlı. Kruvasan hamurunun nasıl kat kat olduğunu, ağzınızda dağıldığını ise anlatamam. Fiyat 2 buçuk Euro gibi bir şeydi.
VİYANA DA NELER YENİR
Fırın ve pastacılık konusunda Viyana haklı bir üne sahip. En bilinen pastanesi ise, ‘sarayın pastacısı’ olarak anılan Demel. “Kime sorsanız gösterir” derler ya, öyle.
Zaten içerisi alışveriş yapandan çok, tatlıları çikolataları şöyle bir görmek, etrafı gezmek isteyen turistlerle dolu. Biz de öyle yaptık, Topkapı Sarayı’ndaki Kaşıkçı Elması’na bakar gibi göz ucuyla süzüp çıktık.
Sacher Torte
Bir kere pahalı. İkincisi, hedefimiz “Sacher Torte” yemekti, onun da tescilli adresi Sacher Pastanesi. Şimdi değil, günü orada noktalayacağız.
VİYANA GEZİLECEK MÜZELER
Hofburg İmparatorluk Sarayı
Museum Moderner Kunst Stiftung Ludwig Wien.
Hem karnımız, hem gözümüzü doyurduktan sonra Viyana’nın alameti farikası müzelerine vurduk kendimizi. Kentte bir haftadan az kalacaksanız, bütün müzeleri hakkıyla gezmeniz mümkün değil. Bununla birlikte, Viyana’nın dört bir yanına yayılmış az sayıdaki eğlence mekanının aksine neredeyse tüm müzeler yürüme mesafesinde toplanmış.
Sırtınızı Stephansplatz’a verip Hofburg İmparatorluk Sarayı‘ndan giriş yapın bulamayacağınız müze yok. Bizim ise, yarım günümüz vardı. O yüzden, hızlıca karar verdik ilk durak: ViyanaSanat Tarihi Müzesi.
Sanat Tarihi Müzesi, başta Avusturya olmak üzere Avrupa hatta Mısır sanatının seçme resimleri ve heykelleri ile ilk çağlardan 19. yüzyıla dekoratif sanat eserlerini barındırıyor. Viyana’ya pahalı deyip duruyorum ya, cimri olduğumdan değil. Örnek: Giriş ücreti 14 Euro. Yani Türk Lirası ile Euro arasındaki kur farkı düşünüldüğünde bize pahalı, başkasını bilmem.
Bununla birlikte birden çok müzeyi gezecekseniz kombine biletlerle, ziyaretlerinizi daha ucuza getirme şansınız var. Bir küçük not daha… Avrupa’nın çoğu kentinde o kentin ismiyle satılan kartlar olur, sınırsız ulaşım, müzelere ücretsiz giriş ya da indirim gibi olanaklar sağlayan.
Viyana Kart ise tam bir para tuzağı! Örneğin 2 gün için 48 Euro olan karttan alsaydık, müzeye girişte 14 değil 13 Euro ödeyecektik. Ne büyük indirim ama! Yine de tek başına yılda yarım milyondan fazla ziyaretçi çeken müze gerek sergilenen sayısız eser, gerekse yapılış amacına hizmet eden özgün binasıyla görülmeye değer.
Türk’ün modern sanatla imtihanı
İki saati bulan ziyaretimizin ardından saray kompleksi içinden çıkıp hemen yanındaki Museums Quartier‘a geçtik. Türkçe karşılığı “Müzeler Meydanı” gibi bir şey olmakla birlikte aynı zamanda kültür merkezi. İçinde iki büyük çağdaş sanat müzesinin –Leopold ve MUMOK– yanı sıra, çocuk ve mimari müzeleri, sergi salonları ile hediyelik eşya dükkanları bulunuyor.
Bize, örnek diye Bodrum Kalesi’ni yutturmaya çalıştıkları “yaşayan müze” kavramı var ya, işte aslı burası. Tüm bu müzeler ve diğer binaların ortasında insanların üzerine uzanıp kitap okuyabileceği, sohbet edebileceği kent mobilyaları ve kafesi var.
Özellikle gençleri sanata yönlendirmek için bir ortam yaratılmış. Günler boyu gelip orada aylak aylak takılsalar da; bir gün, “Ne var acaba içeride?” diye merak ederler diye düşünülmüş adeta. Bkz. “PRAG… Şehri yaşamak” giriş paragrafı. Bağlarım demiştim….
Buranın da tamamını gezmeye vakit olmadığından bir seçim yaptık ve MUMOK’a girdik. Tam adıyla: Museum Moderner Kunst Stiftung Ludwig Wien. Giriş ücreti 11 Euro. Leopold Museum‘da da gerçi kombine kart alırsanız da 19 Euro. Müze süreli sergilere de ev sahipliği yapıyor. Ayrıca, bünyesinde çeşitli yaş gruplarına sanat eğitimi veriliyor. Müzedeki eserlerden önce unutmadan söyleyeyim; 4 katlı fütüristik bina da çağdaş mimari sanatının önemli yapıtları arasında sayılıyor. Bkz. The Future of Architecture in 100 Buildings (TED Books)
VİYANA ÇAĞDAŞ MÜZESİ
“Çağdaş sanat”, “çağdaş resim” toplumun genelinin gözünü korkutan kavramlar biliyorum. Yine de ‘pop-art’ hemen herkesin gözünün aşina olduğu bir akım ve MUMOK da zengin bir pop-art koleksiyonuna sahip. Bununla birlikte iyi bir çağdaş sanat izleyicisi değilseniz sizi epey zorlayacak video-art, enstalasyon örnekleri de var. Yani, “Aşkım! Biz de eve bundan bir tane alalım”dan, “Sanatçı burada ne anlatmak istemiş acaba”ya, “Ne var ki bunda! Ben de yaparım”dan, “Tükürürüm böyle sanatın içine”ye dek, yurdum insanının çeşitli tepkilerine mazhar olması muhtemel.
Eğlenceyi ıskalamak
MUMOK’tan çıktığımızda daha iki saatlik zamanımız vardı. Biz de hem biraz daha fotoğraf çekmek, hem de ilk gün uzaktan gördüğümüz ihtişamlı kululerin nereye ait olduğunu anlamak için kent turumuzu sürdürdük.
Parlamento önünden yürüye yürüye o kulelerin dibine vardığımızda hissettiklerim dün gibi aklımda: Hayret, pişmanlık, düş kırıklığı, midede yanma…
O kuleler ViyanaBelediyeBinası‘na aitmiş. Asıl mesele şu ki; o binanın önünde bugüne değin gördüğüm en büyük ve modern açık hava sineması perdesi kurulmuştu. Biz bir gece önce, “Nerede bu Viyanalılar?” diye dört dönüyorduk ya, işte cevabı…Viyana Müzik ve Film Festivali‘nin olduğu tarihlerde şehirde bulunmak ve bundan bihaber olmak! Evet… Elton John’dan, Eric Clapton’a müzik de varmış.
Bir öncesi gece ne olduğuna gelince: Opera! Oracığa çöktük… “Oracık” derken, hemen arkada Avusturya’dan tüm lezzetlerin toplandığı yeme içme alanına. “Bu konuda söyleyeceklerim bu kadar.” Şu an yazmayı bırakabilirim, o derece!
Neyse, az kaldı zaten… Yanında bira ile yerel usul sosislerimizi yiyip Viyana sehayatimizi Sacher Torte ile bitirmek üzere arkamıza baka baka yürüdük. Medel ve Sacher pastaneleri arasında, Viyana’nın belki de bu en meşhur tatlısının kime ait olduğu konusundaki kavga mahkemede sonuçlanmış. Uzun süren yargılama sonucu Demel, “Sacher Torte” adını kullanmaktan men edilmiş.
Hoş, Demel de aynı tatlıyı farklı isimle üretmeyi sürdürüyor ama olsun. Opera binasının arkasında bir otelin alta katında hizmet veren Sacher Pastanesi’ni bulmamız zor olmadı.
Önünde uzayan sıraya dahil olduk. Anladık ki, insanlar tatlısı kadar, dekorasyonu ile bir saray atmosferi yaran pastane için de orada. Bahçede boş masa var, oturan yok. İlla kırmızı kadife! İki erkek, “Hiç işimiz olmaz” deyip daha fazla beklemeden geçtik masaya.
VİYANA ŞİNİTZEL
“Viyana’da en çok neyi sevdin?” diye sorarsanız, “Ünlerini hak etmelerini” derim. Şinitzel, kruvasan ve müzelerden sonra tatlısı da yanıltmadı. Yoğun çikolatasını yanında servis edilen hafif krema ile dengeleyen Sacher Torte cidden enfesti. Hiç vermediğim kadar fiyat verdim bu yazıda, tatlı da eksik kalmasın: 5 Euro. Şehirdeki diğer fiyatlarla karşılaştırınca bana ucuz geldi.
Velhasılkelam, kapanışı da, seyahatin özeti gibi bir gün ile yaptık Viyana’da. Yaptıklarımız kadar, yapamadıklarımızla da eğlenerek. Metro istasyonundan çantaları alıp yine metro ile havalimanına geçerken Onur’a, “En çok nereyi sevdin?” diye sorduğumu hatırlıyorum. “Budapeşte” dedi.
Bensiz gezdiği tek yeri söylemesi terbiyesizlik kurşusuz. Yine de haklı. Niye? Sonraki yazıda anlatacağım.
Kemal HAMŞIOĞLU
Bir yanıt yazın