Encemine:
(ÇAD) ENCEMİNE NEREDEDİR?
(N’Djamena) Uluslararası Havalimanı’na inişimiz gözümün önünden gitmiyor. Yanımda kameraman Ömer, uçağın camından pisti aydınlatan spotlara bakıyorduk. Adeta bir kum fırtınası gibiydi. Ya da yağmuru… Gökten bir şey yağıyordu o kesin de, ne olduğunu anca inince anladık. Çekirge! Binlerce. Yok yok! Milyonlarcası… Neyse ki ışığın olduğu yere toplanıyorlardı.
(ÇAD) ENCEMİNE HAVALİMANI
Ne yalan söyleyeyim, bir an önce terminal binasına girmek istedim ama ne mümkün! O günlerde ortalığı kasıp kavuran Ebola salgını nedeniyle herkesi tek tek kontrol ediyorlardı. Ellerinde Dünya Sağlık Örgütü’nün dağıttığı -ev tipi lazer epilasyon aletini andıran- bir zımbırtı, ateşimizi ölçtüler. Ve nihayet içeri alındık.
“Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” nedir, o an bildim… Çekirgeler gecenin karanlığında nasıl ki spotların altına üşüşmüştü, Afrika’nın ne kadar haşeresi varsa terminalin duvarlarında, yerlerinde geziyordu. Özellikle boyu 10 santimi bulan, kahverengi, kıskaçlı bir modifiye karafatma gördüm ki, anlatamam! O an, “Umarım uçmuyordur” dediğimi hatırlıyorum.
Kötüsü, terminalde daha işimiz vardı. Çad, yabancılara kapıda vize uyguluyor.
Bizdeki gibi bir sahne gelmesin aklınıza. Havasız, kiremit rengi dosyalarla kaplı bir oda ve bir zamanlar beyaz olduğunu düşündüğüm gömleği kamuflaj rengine dönmüş jandarma. Tek bir jandarma… Birer form uzattı önümüze, bilgisayar falan hak getire! Herbirimiz elle tek tek doldurduk koca A4’ü.
Sonra bizi yandaki daha küçük odaya aldı. Ahan da bilgisayar! VGA bir webcam ile fotoğraflarımızı çektiler. “Tamam” dediler, “gidebilirsiniz”… E ama pasaportlar? Ertesi gün gelip alacakmışız. “Ne demek pasaportları vermiyorlar!” diyecektim de, halkla ilişkilere de aynı jandarma bakıyordu…
(ÇAD) ENCEMİNE BÜYÜKELÇİLİĞİ
Büyükelçilik iki araç yollamış. Geçtik birine, otele doğru yola çıktık. Gitmeden sorduydum, “3-4 yıldızlı otellerde” kalınacaktı. “Otele varsak da, bir duş alsam” derken, hapishaneyi andıran bir bina önünde durdu araç, demir otopark kapısı açıldı, içeri girdik.
Demezler mi, “Otel burası!” Otel dedikleri, 60’lardan kalma, yüksek duvarlarla çevrili bir avluya bakan, iki katlı, oda kapıları doğrudan dışarı açılan bir virane! Odalara şöyle bir göz attık, bastım yaygarayı “Ben burarada kalmam” diye.
Saat gece yarısını geçmiş, Encemine sokaklarında otel arıyoruz… Araçlarla önce Çinlilerin işlettiği bir otele gittik, sonra bir diğerine, ardından bir başkasına… Bıraktım yıldızı mıldızı kimisinde su, kimisinde yer yok.
Şehirde eli yüzü düzgün otel namına bir Kempinski var, onun da gecelik oda fiyatları 250 dolardan başlıyor. Çaresiz döndük hapishaneye. Seçtik bir koğuş, geçtik yattık. Odayı tasvir edemiyorum: Bkz. resim 1a
(ÇAD) ENCEMİNE GEZİLECEK YERLER
Daha da uzatmadan, gelelim en başta yanıtlamamam gereken soruya: Yahu ne işin var peki orada? Encemine’deki odanın fotoğrafını Facebook’tan paylaşınca başta Eda ve Merve, arkadaşlarımı da almıştı bir merak. Fotoğraf altını soru bombardımanına tutmuşlar; internetsizlikten anca bir gün sonra görüp yanıtladım.
Çad’ın başkenti Encemine’ye Kurban Bayramı için gitmiştim. Daha doğrusu Diyanet Vakfı’nın dünyanın dört bir yanındaki kurban organizasyonunu filme almak için… Toplam 9 gün kaldım bu Orta Afrika ülkesinde. Hayatımın en uzun yurt dışı seyahati… Bunca yakarıştan sonra garip kaçacak da en unutulmaz olanıydı.
Korkmayın! Gün gün anlatacak değilim, zira işin içinden çıkamam. Yazıyı da ‘gezi’ sınırları içinde tutmaya çalışacağım; ancak ülkeden biraz bahsetmezsem, anlatacaklarım havada kalabilir…
Encemine adını bir gölden alıyor. Nam-ı diğer “Afrikanın ölü kalbi”nden… Böyle adlandırılmasının nedeni son yüzyıl içinde sularının onda dokuzunu kaybetmiş olması. Yine de, kış aylarında büyüklüğü Van Gölü’nün 5 katını da aşıyor.
Çad ile birlikte komşuları Nijer, Nijerya ve Kamerun’un da göle kıyısı var. Vikipedi’nin demesine göre göl timsahlar ve su aygırlarıyla göçmen kuşlara ev sahipliği yapıyor. Neden göl ile ilgili bilgileri internetten aldığıma gelince…
Ne yazık ki gölü görme fırsatımız olmadı. Ebola gibi kıtadaki bir diğer tehlike de Boko Haram adlı örgüttü, hala da öyle. Ve biz oradayken örgütün, göl çevresine giden yardımlara el koyduğu haberi geldi. Anlayacağınız, tırstık! Haklı olarak…
Encemine bugün Orta Afrika’nın görece en istikrarlı ülkelerinden biri kabul ediliyor. Gerçi, “Afrika” ve “istikrar” kelimeleri çoğunlukla ya tek adam rejimleriyle ve/veya uzun olmayan süreler için bir araya gelebiliyor ya neyse.
(ÇAD) ENCEMİNE TARİHİ ALANLARI
Encemine de durum farklı değil. Fransız sömürgesinden sonra iktidar Hristiyan yerli halka geçmiş olsa da, onlarca yıl süren iç savaş sonucu bugün devlet hakimiyeti Müslüman çoğunluğun elinde. Muhammed’e sorduğumda daha bir iki yıl öncesine kadar ülkede zaman zaman şiddetli çatışmalar yaşandığını söyledi.
Anayasal bir cumhuriyet. Kağıt üzerinde tüm etnik ve dini gruplar eşit vs. Ancak rejimin adı laisizm olsa da uygulanan rövanşizm.
Örneğin, kent meydanındaki büyük kilise tadilat bahanesiyle uzunca süredir kapalıydı. Düşük maaşlı işleri genelde Hristiyanlar yapıyor. Örneğin, Türk Büyükelçiliği’nin iki koruması da Hristiyan’dı. “Ne var bunda?” diyebilirsiniz..
Yanıtım, tercih edilme nedenleri. Hristiyanlar 100-200 dolar gibi bir aylık ücreti kabul ederken, Müslümanlar 300-400 doları bile beğenmiyor.
Cuma namazında bir ateist…
Müslüman ve Hristiyan mahallelerini kentin ortasından geçen Chari Nehri ayırıyor. Haliyle Hristiyan kesime Fransız kaldık.
Bu arada söylemeden edemeyeceğim: Her şey iyidi hoştu da Diyanet kafilesine dahil olduğumdan yerel biralarını da deneyemedim. Bir ona yanarım…
Bu arada Muhammed’i anlatmayı unuttum. Muhammed, bizim gönüllü tercümanımızdı. Çad’da sömürge dili Fransızca, haliyle İngilizce’niz pek para etmiyor. Muhammed ise Türkçe’yi Süleymancıların İstanbul’daki Kuran kursunda öğrenmiş. Bir iki yıl kalmış İstanbul’da; çok seviyor Türkleri de Türkiye’yi de.
Süleymancıların Encemine’deki Kuran kursunda hocalık yapıyordu. On numara insandı. Süleymancılar deyip duruyorum; Türkiye’deki cemaatlerin tüm Müslüman Afrika gibi Çad ile de yakın ilişkileri var. Söylememe gerek yok ancak Gülen’in de Encemine’de okulu bulunuyor. Malum Gülenciler “tu kaka” ilan edildiğinden, kendileriyle tanıştırılmadık. Süleymancılar ile ise pikniğe bile gittik; anlatacağım.
Daha önce bir Afrika belgeseline metin yazarlığı yaptım, birkaç gün de Encemine de kaldım diye başınıza uzman kesilecek değilim. Yine de, gözlemlerim, duyduğum, okuduğum üzerine şunu söyleyebilirim ki, Afrikalı Müslümanlar ritüele çok bağlı. Kentte dolaşırken her köşede namaz kılan birilerini görmek mümkün.
(ÇAD) ENCEMİNE CAMİİ VE KİLİSELERİ
Her şartta, her ortamda namaz kılıyorlar. Ellerinde plastik bir ibrik, ezanı duyar duymaz abdest alıp secdeye duruyorlar. Demba Ba, bir röportajında, “Çok güzel camileriniz var ama boş, anlamıyorum” demişti; işte bu yüzden… Toplumda kadının yerini sorarsanız, tutucular kuşkusuz. Yine de öyle pek ‘kaçgöç’ yok gibi.
Encemine’nin her yerinde kadınları yerel kıyafetleriyle görmek mümkün. E tabi ülkenin kırsalını bilemem.
Yalan yok, ben inançlı biri değilim. Yani hiç değilim. Her ne kadar belgesel çeken bir profesyonel olarak orada bulunsam da, bırakın Afrikalıları bizim kafileye bile bunu anlatmak zordu.
Haliyle ayrık otu misali her namaz saati arazi olmam gerekti. Ta ki cumaya kadar… Belgeselin bir parçası olarak, Encemine ‘nin en büyük ibadethanesi Melik Faysal Camii’nde Devlet Başkanı İdriss Deby’nin de bulunacağı bayram namazını çekecektik.
Bir gün önce de Büyükelçi ile aynı camide cuma namazına gidildi. E bir gün sonra çekim var, camiyi önceden görmesem olmaz. Namaz kılmasam, bir daha camiye girebileceğim şüpheli. Derken kaldım mı, cemaatin en ön sırasında.
Göz ucuyla yana baka baka, saniyenin onda biri gecikmeyle namazı kıldım mı diyeyim, mış gibi yaptım mı, artık bilemeyeceğim.
Mmmm ketçaplı pilav.. En sevdiğim!
(ÇAD) ENCEMİNE DE NE YENİR
Cami, Encemine’nin merkezi kabul edebileceğimiz çarşının hemen yanında yer alıyor. Hem günlük hayatı görüntülemek, hem de meraktan ekip olarak çarşıya daldık. “Slumdog Millionaire” filmini izlediyseniz gözünüzde biraz canlandırabilirsiniz.
Eminönü falan zaten hikaye. Böyle kalabalık, böyle keşmekeş hayatımda görmedim. Kentin birçok yerinde çarşı var ancak bu en büyük ve eski olanıymış. İnsanlar yaz günü nereden geldiğini anlamadığım diz boyu çamurun içinde alışveriş yapıyordu.
Fark ettiyseniz her yeri tasvir etmeye çalışıyorum; zira, Çad’da karşılaştığımız en önemli sorun halkın kamera ya da fotoğraf makinesine inanılmaz tepkili olmasıydı. Tek tek izinlerini almadan öyle çarşıda sokakta toplu çekim yapmak neredeyse imkansız.
Polis, asker zaten başınıza dikiliyor. O nedenle hem havalimanı hem çarşıda iki kare fotoğraf çekebildim, o da sanki konuşuyormuş gibi kulağıma dayadığım cep telefonumla. Bir başka gün yerel kıyafet almak için çarşıya uğradığımızda, Ömer az kalsın kamerayı kaptırıyordu.
Çarşıdaki 15 dakikalık turun ardından araca yöneldik ki, gözüm çekirge kızartmasına ilişti. Bildiğiniz midesiz bir insan olarak merak ettiğim her şeyi yiyebilirim. Hani çekirge sorun değildi de kızartma yağı sanki sömürge yıllarından kalmış gibi duruyordu.
Yeri gelmişken Çad’daki yeme içme konusunu da toparlayayım. Sağ olsun ekip kahvaltılık bulamayacağımızı düşünerek memleketten peynir, zeytin gibi bolca nevale getirmişti. Kahvaltıları otelde bir güzel hallettik. Bu arada ilerleyen günlerde otele de epey alıştık.
Otelin sahibi Beşir’in büyükelçilikle yakın ilişkileri vardı, imkanlar dahilinde her ihtiyacımızı karşılamaya çalıştı. Hatta bize hususi aşçı getirmişti. Aşçı dediğim pilav, salata, et yapmasını bilen bir abimiz işte. Et deve eti.
Deve Türkiye’de çok tercih edilmez malum. Ancak, adamlar pişirmesini biliyor. Öyle lastik gibi değil, tel tel dağılan bildiğiniz dana etini andırıyor. Bir gün de aşçının eşi Çad’ın etli bir yerel çorbasını yaptı. Adını hatırlamıyorum da, güzeldi.
Ekmek ise Encemine’de bulması en kolay şey. Fransız sömürgesinin ülkeye tek olumlu mirası baget olmuş. Yine şehir merkezinde bir Fransız pastanesine de rastladık, pizzacıya da… Fahiş fiyatlarla, tüm temel gıda ve hijyen malzemelerini bulabileceğiniz market de mevcut.
Yani açta açıkta kalmazsınız korkmayın. Benimki de laf! Sanki gideceksiniz…
(ÇAD) ENCEMİNE TARİHİ
Bunun dışında şehirde birkaç eli yüzü düzgün lokanta bulmak da mümkün. Yanlış hatırlamıyorsam İsviçre Büyükelçiliği’nin bitişiğindeki bir lokantaya gittik. Alkol servisi de yapılan… İçemedim o ayrı. Balık istedik. Çad Gölü’nde tutuluyormuş. Bir geldi yanında pilav.
Balık çöp şişe takılmış, ızgara yapılmış. E zaten tatlı su balığı iyice kurumuştu. Pilav desen, Encemine’de Çinli çok, onların ağzına layık. Yağsız, tuzsuz… Baktım gazozla da gitmiyor, bastım masada ne kadar sos varsa üstüne. Bildiğiniz ketçaplı pilava döndü.
Cerrah psikolojisi
Normalde et yiyip de kurban bayramında toplu hayvan kesimine “Vahşet” diyenleri anlamam. Yine de Çad’a gitmeden en büyük çekincem yüzlerce hayvanın gözlerimin önünde kesilecek olmasıydı. Diyanet Vakfı’nın topladığı bağışlarla, sadece Encemine’de 400’den fazla büyükbaş kurban edildi ve benim her aşamasını fotoğraflamam gerekti.
Afrika şartlarında elden geldiğince hayvanlara acı çektirilmemeye çalışıldığını tüm samimiyetimle söyleyebilirim. Yine de, o eski mezbahada tanıklık ettiğim görüntüler Türkiye’de olsa, infial yaratırdı.
(ÇAD) ENCEMİNE HALKI VE YAŞAM ALANLARI
Ancak, etlerin dağıtıldığı insanların yaşam koşullarını görünce, fazla tatava yapmamaya karar verdim. Mezbahada kesilen etlerin büyük bölümü parçalanıp poşetlendikten sonra Encemine’deki sığınmacı kampına götürüldü. Kampta Çad’ın Güney komşusu Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki iç savaştan kaçıp gelen Müslümanlar barınıyordu.
Birleşmiş Milletler gözetimindeki kamp kıtadaki emsallerinin yanında kötünün iyisi. İyisi derken, konforları temiz su alabilecekleri bir çeşme, ara sıra dağıtılan gıda malzemesi, soğuktan korumasa da su geçirmeyen çadırlardan ibaret.
Ajite etmek istemiyorum ama şu kadarını söyleyeyim, dağıtmak için yanımızda götürdüğümüz birkaç paket bisküvi ile tişörtün yarattığı arbedeye tanık olsanız özellikle çocukların nasıl bir mahrumiyet içinde olduklarını anlardınız.
Bizim hatamız. Neyse ki et dağıtımı kamp yönetimi ile koordineli olarak iyi planlanmıştı. Herkes ellerindeki fişlerle sıraya girerek hakkını aldı.
Bayramın ilk günü kurban eti dağıttıktan iki gün sonra, çekim için bir daha kampa gittik. Çocuklarla pek iyi iletişim kurabilen bir tip olmamakla birlikte, elimden geldiğince onlarla oyun oynamaya, konuşmaya çalıştım. Zaten bir an olsun yanımızdan ayrılmadılar.
Popstar gibiydim. Bütün erkek çocukları bizden forma istedi. Akılsız kafam. Keşke toplayabildiğim kadar Beşiktaş forması götürebilseydim. “Futbol toplumların afyonudur” diye kestirip atanlara yandaki fotoğraftan gayri sözüm yok.
Çadlılar için ‘beyaz adam’ Fransız sömürgeciliği demek. Halkta süregelen tepkiyi çocuklar dışa vuruyor. Özellikle top sahası olarak kullanılan boş bir arazide bizi gören çocuklar Türkiye’den geldiğimizi anlamayınca epey bir saydırdılar.
Zira, ülkede bugün de sayıları binlerle ifade edilen Fransız yaşamakta. Pek karşılaşmadık kendileriyle, anlatılana göre özel güvenlikli banliyölere çekilmişler. Türklere olan sevgi ise sadece Müslümanlıktan değil.
Ülkenin kuzeyindeki Abeşe kentine zamanında -resmi anlatıya göre sömürgecilerle mücadele için- Osmanlı askerleri ayak basmış. Kimisi kalmış, çoluk çocuğa karışmış. Torunları, bugün hala “Türk mahallesi”nde yaşıyor. Kurban yardımı için ekibin yarısı Abeşe’ye gitmişti, onlar anlattı.
Bir kuple Afrika egzotizmi
Haritalarda çöl ortasında gösterilmekle birlikte Encemine son derece verimli topraklara sahip bir coğrafyada. Toplasan birkaç kilometrekarelik kent merkezi dışına çıktığınız anda geniş ve bereketli topraklarla karşılaşıyorsunuz.
Dönemin büyükelçisi ve Türkiye’de sayılı “Afrika uzmanı” akademisyenlerden Prof. Ahmet Kavas Bey’in dediğine göre bu kıtanın zenginliklerini perdelemek için kasten yapılan bir ‘hata’. Yeri gelmişken Ahmet Bey’i anmadan olmaz. Seyahatin iki gününde bizi evinde ağırladı, yalnız yaşadığı büyükelçilik konutunda elleriyle yemek hazırladı.
ENCEMİNE EVLERİ
Böyle bildiğiniz akşamları büyükelçi ile pijamaları üstümüze çekip çekirdek çitledik. Tanıdığım en alçakgönüllü insanlardandır.
Ne diyorduk… Evet, Çad ( Encemine) topraklarının önemli bir bölümü tarım ve hayvancılığa son derece elverişli. Domatesten, karpuza birçok mahsul de elde ediyorlar hali hazırda. Balta girmemiş orman değil ama potansiyeli anlaşılamamış, tanınmayan bir ülke. Söylemeyi unuttum ülkenin nüfusu bile tam bilinmiyor.
Resmi rakamlara göre 10 milyon, gayri resmi rakamlara göre ise 30 milyonu bulduğu söyleniyor. Muhammed’e suç oranını sorduğumda, “Güvenlik tehlikesi çok yok da, cinayete kurban falan gitsen katilini bulmaları zor. Çoğunluğun nüfusta kaydı bile yok” demişti. Bugün ülkenin anca yüzde 5’lik kısımı elektrik gibi temel hizmetlere ulaşabiliyor. Küreselleşmeden Çad’ın payına düşen ise cep telefonu şebekesiydi.
Kentin dört bir yanındaki GSM operatörü reklamlarıyla atmosfer tam bir tezat oluşturuyordu. İnternet teknolojisi 1G falan olsa gerek o ayrı.
Çad (Encemine) Gölü’ne gidemediğimizi söylemiştim. Dönüşten bir gün önce Süleymancıların Kuran kursundaki hocalarla birlikte pikniğe gittik. Encemine’nin yaklaşık 30 kilometre güneyinde nehir kenarındaki bir mesire yerine…
ENCEMİNE DOĞAL YAŞAM ALANLARI
Oteldeki kertenkeleler dışında Vahşi Afrika namına görebildiğimiz yegane şey oradaki birkaç koyun, keçi ile maymunlar oldu. Vermet maymunları insana çok alışkın, ancak şımarıktı. Yer sofrasından epey bir öteberi yürüttüler. Aramızdan birkaç kişi “höt! möt!” etmeye kalkışınca ise bildiğiniz saldırıya geçtiler. Sonra eser miktar küp şekere ikna ettik de sulh sağlandı.
Mangaldan sonra da Chari’nin en büyük kolu olan Logon Nehri’nde kayıkla tura çıktık. Nehrin bir yanı Çad, karşı kıyı Kamerun.
Balıkçılar iki yaka arasında özgürce avlanıyordu. Öyle sınırı koruyan falan yok, kaldı ki kimden neyi koruyacaksın? Nehirde su aygırları, timsahlar da bulunuyormuş, denk gelemedik.
Tesiste açık yüzme havuzu da vardı, yanımda mayo falan götürmediğimden giremedim. Gerçi mayosu olmayıp tesis çalışanının tüm itirazına karşın havuza giren arkadaşlar da oldu ya neyse.
Encemine’deki son günümüzde ise hediyelik eşyaların satıldığı çarşıya gittik. Kaçı özgün Afrika işidir bilemem, ahşap heykelcik, incik boncuk, mücevher kutusundan tutun da, tavus kuşu tüyünden tablolara dek çok sayıda seçenek vardı. Fiyatlar ise pazarlık becerinize bağlı. 10 dolardan kapıyı açıp 1 dolara inen satıcı da gördüm, Nuh deyip peygamber demeyeni de….
Size öyle turistik yerlerden, safari maceralarından bahsedemediğimin farkındayım. Anlattıklarım sizi Çad’a gitmeye teşvik eder mi, sanmam. Bense fırsatım olsa -özellikle ucuz uçak bileti- bugün giderim.
Gerçekten de dünyayı gezmek, tanımak isteyenin yerkürenin her yüzünü görmesi gerektiğine inanıyorum. Kaldı ki ahdım var! Bir 50’lik Castel, yanında da çekirge tabağı sipariş edeceğim.
Kemal HAMŞIOĞLU
Bir yanıt yazın