Oslo
OSLO NEREDE
Oslo, Kuzey üçlememizde Stockholm ve Kopenhag’dan sonra Oslo’daydık. Yediğimiz içtiğimizin bizim, gezip gördüğümüz sizin olsun.
Oslo pahalı. Hem de çooook pahalı. Nasıl desek, el yakan yürek burkan cinsten. Tansiyonu olana fazla gelir, sağlam adamı taşikardi yapar. Mesela şöyle özetleyeyim: Şehir içi belediye otobüsü 50 NOK yaklaşık 17 TL, havaalanından merkeze gelmek 92 NOK yaklaşık 30 TL, normal bir barda 50’lik standart fıçı bira 82 NOK, 84 NOK yani 28 TL civarı. Genelde bira üzerinden hesaplıyorum, benim için kur karşılığı böyle.
Ama güzel. Hem de güpgüzel. Pek güzel. Herkesin ne kadar sarışın ve güzel olduğunu söylememe gerek var mı? Var, siz şimdi inanmazsınız abartıyor dersiniz ama kızı, erkeği, çocuğu, yaşlısı hepsi çok güzel. Sapsarı. Norveçliler’in İsveç ve Danimarka’ya göre farklılıkları salaşlığı. İsveç’in janti abileri, ablaları yerine burada rengarenk saçlı, yırtık pantolonlu, piercingli, dövmeli insanları çok fazla.
OSLO GEZİLECEK YERLER
Oslo’da ilk gün güzel bir havayla karşıladı bizi. Havaalanından şehir merkezine R10 numaralı trenlerle yarım saatte vardık. Hostelimiz şehir merkezinde, Oslo S (central station)’a 5 dakika yürüme mesafesindeki City Box Hotel’di. Gayet temiz, büyük ve güzeldi. Fiyatı da Oslo için en uygunlarındandı.
İlk günümüz ve diğer çoğu günümüz Karls Johans Gate’i keşfetmekle geçti. Burası yol boyunca restoranlar, mağazalar ile Royal Palace’a kadar devam ediyor. Oslo Katedrali, Parlamento binası, Oslo Üniversitesi bu yol üzerinde.
Oslo’daki ilk günümüzde sokakları keşfederken liman tarafında bir duvar dikkatimizi çekiyor. Daha doğrusu Kemal’in dikkatini çekiyor. Geçen sene Diyarbakır’da öldürülen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi. National Peace Museum’un yanındaki duvara Norveçli olduğunu tahmin ettiğimiz bir duvar sanatçısı tarafından çizilen resim, henüz tam tamamlanmasa da bizden millerce uzak bir yerde bizden bir iz taşıyor. Bizden bir hikâyeyi barındırıyor. Bizler kendi siyasi tarihimizi, siyasi üzüntülerimizi unutmaya zorlanırken, bir yerde birileri bizden daha iyi hatırlıyor. Korkmayın, siyasete girmeyeceğim. Sadece ilginç bir manzaraydı, bahsetmek istedim.
OSLO MÜZELERİ
Liman tarafında solda kalan Akershus Kalesi, bizim Çamlıca Tepesi gibi evlenenlerin, düğün fotoğrafı çektirenlerin uğrak yeri. Manzarası güzel, Oslo’yu çok tepe sayılmasa da yüksekten izliyorsunuz. Giriş ücretsiz.
Kaleyi gezmek yaklaşık yarım saat. İçinde küçük bir gölet olan kaledeki çimenlerde yayılabilirsiniz. Burada çimenlere yayılmak yasak değil. 🙂 Kaleyi de gezdikten sonra merkeze doğru tekrar devam ediyoruz.
Akşama doğru ara sokaklarda plakçı ararken güzel bir pasaja giriyoruz. Sıra sıra barların olduğu bu pasajı adettendir İstanbul’da bir yere benzeteyim dedim ama şu an aklıma bir yer gelmiyor.
Buradaki barlar popüler ve gayet işlek. Çalan şarkılar da güzel. Oslo’da kaldığımız 3 gün boyunca Aas, Pilsner ve Frydenlund yerel biralarını denedik, gayet içimleri güzeldi.
OSLO TARİHİ
Oslo’da Mayıs ayı gayet beyaz geceler… Gece 11’de bile gündüzü yaşamanın tadını daha önce Baltık Ülkeleri’nde almıştık. Böylece pekişmiş oldu. Kuzey ülkelerine gidecekseniz yazın gitmenizde bu yüzden fayda var. Gün kolay kolay bitmediği için gezecek zaman daha fazla oluyor.
Oslo’da ikinci gün: Bir günde 30065 adım atılır mı?
Oslo’da Mayıs bize göre serin ama Oslo halkına göre gayet sıcaktı. Güneşi gören masum Oslo halkı şortları, tişortları giymiş güneşlenirken biz şallarımız ve montlarımızla her yerden turist olduğumuzu belli ediyorduk. Ama yine de Oslo güneşinde bronzlaşmayı hepimiz başarmıştık.
OSLO HAKKINDA BİLGİLER
Karls Johans Gate’de başlayan yolumuz Royal Palace’tan geçip Vigelandsparken’a doğru Açık Heykel Müzesi’ni ziyarete doğru gidiyor. Royal Palace’ın arka sokaklarında harika evlerin olduğu bir muhit var. Odin Gate diye de geçiyor. Buradaki evler oldukça kaymak tabaka. Ama sokaklar, yaşam, evlerin tipi harika. Oslo’nun oturulacak en güzel bölgesi burası olabilir. Yaklaşık 1 saatlik yürüyüş sonunda Vigelandpark’a varıyoruz. Sağlı sollu heykellerin yer aldığı bu park, dünyanın en büyük heykel parkı olarak da anılıyor. 200 heykelin yer aldığı bu parktaki her bir heykel tek bir sanatçı tarafından yapılmış ve hiçbir heykelin herhangi bir yerde benzeri yok. Parktaki heykeller 1939 yılında yapılmaya başlanmış ve 1949 yılında tamamlanmış. Bu park, uğruna 1 saatten fazla yürümeyi her şekilde hak ediyor.
Parktan çıkıp rotamızı Bygdøy bölgesine çeviriyoruz. Güzel bir ormanın içerisinden yürüyerek ilk etapta Oscarshall’e varıyoruz. Burası bir kule. Görmekte fayda var, avlusundan güzel fotoğraf çekiliyor. Oscarshall’in devamında İsveç’teki Skansen’e benzeyen Norsk Folk Museum var. Girişi yaklaşık 40 TL olan bu yer, eski tip Norveç evlerinden oluşan bir açık hava doğa müzesi. Bu müzenin biraz ilerisinde merakla beklediğimiz ama içerisine girince gezmekten vazgeçtiğimiz Viking Ship Museum var. İçinde çok az gemi var. Bu bölgenin ilerisinde bir gemi müzesi daha var. İsmi Fram Museet. Biz buraya kadar inmedik, ayağınızda derman kalırsa siz inin.
Merkeze dönüş için buradan 30 numaralı otobüse binerek nakit para verebilirsiniz. 50 Kron! Yani 17 TL civarı…
Merkeze döndüğümüzde Kemal ve Volkan’ın rotası Beşiktaş’ın şampiyonluk maçını izlemek oldu. Şampiyonluktan sonra olanları birazdan anlatacağım.
OSLO FİYORDLERİ
Nurçin ile birlikte Oslo’nun bir başka başka sokaklarına doğru giderken birden kendimizi göçmen mahallesinde bulduk. Türkler, Filipinliler, Siyahiler ve daha neler neler… Oslo’nun sarışın aurası birden değişti. “Çok da buraları şaapmaya gerek yok aslında” diyerek götün götün merkeze doğru geri gelirken, ikinci günde bahsettiğim ara sokaktaki barlardan birinde geceye devam ettik. Bu sokak cidden güzel. Adını hatırlasaydım önermeyi çok isterdim ama maalesef hatırlamıyorum. Ama pasaj gibi bir yer olduğunu söyleyebilirim. Bir de katedralin sağ tarafındaki paralel sokak diyebilirim. Hatta içindeki barlardan birinin adı “Angst”, belki haritadan filan bulursunuz. Bu barda başka anılar da var ama orası bize kalsın.
Norveç bizim için black metalin kalbi dedik, metal bar aramaya başladık. Metal bar konusunda çok da fazla seçeneği olmaması üzerine kendimizi Karls Johans’taki “Rock In”de bulduk. Burada biralar diğer yerlere göre ucuz. 54 Kron gibi bir şey. Sarışın elf gibi abiler, heavy metali damarlarına kadar yaşıyor. Kapıdaki abinin Üsküdarlı çıkması da ekstrası. Mekândaki elflerden biri AC/DC ses tonuyla Heavy Metal diye bağırıyor. Ama o ne ses. Sanırsınız Apocaliptica konseri.
OSLO MÜZELERİ
Herkes sarışın ve uzun saçlı. Üzgünüm ama Türkiye’den sonra insanın aklında en çok sarışınlık kalıyor. İşte o sırada ben çantamdan bir poşet dolusu sarı – beyaz leblebiyi çıkarıyorum. İşte bu! Bilmem kaç mil uzaklıkta bir bara da gitsem, ruhumdaki o emmilik hiç gitmeyecek. “Alın, midenizin suyunu emsin” derken içimden tüm bara leblebi ısmarlamak geliyor. Bu lezzeti onlar da öğrenmeli diyorum kendi kendime. Uçağa bindiğimizde benimle dalga geçen arkadaşlarım da leblebileri biranın yanına katık yapıp lüp lüp atıyorlar ağızlarına. Leblebi iyidir, leblebi midenin suyunu emikler. Leblebi heavy metal ruhunun bir yansımasıdır. Leblebiyi sevin!
Beşiktaşın şampiyon olmasından sonra Oslo Sokakları’nda BJK formasıyla siyah – beyaz çeken Volkan ve Kemal, asıl şovu 3.günün şafağında yapmak için sözleşiyorlar: Sabah 6’da kalkıp VigelandPark’a (heykellerin olduğu parka) gidiyoruz ve heykellere BJK forması giydirip fotoğraf çekiyoruz. Sizce yapacaklar mı? Göreceğiz…
Bir yanıt yazın